Memur doğar.
Oyun oynar, okula gider, memuriyete girer, çocuk yapar, onları okutmak ve hayata hazırlamak, kendisinden daha iyi bir konuma getirmek için canla başla çalışır. Anadolu’nun değişik yerlerinde yıllarca topluma hizmet verir. Kemerleri epey sıkacak kadar tutumlaysa ev sahibi olur, şanslıysa biraz seyahat etme fırsatı. Emeklilik. Sonra…
Sonra ölür.
En azıdan babama böyle oldu.
Ben babamın oğluyum, memur çocuğu. Bu da benim canlı özyaşam öyküm ve bir şekilde hayatıma dokunmuş/dokunacak; hayatlarına dokunduğum/dokunacağım birçok kişinin, belki de senin. Özyaşam öyküsü tek bir kişinin öyküsü gibi görünse de diğerleri ile, çevremizle etkileşimden başka nedir ki? Biz birbirimizle etkileşimden başka neyiz ki? Bu bir soru ve sana yöneltiyorum.
Ortaokulda, edebiyat dersinde öğretmen bir yazardan söz etmişti -adını unuttum ama biriniz muhakkak hatırlayacaktır- pek de övgüyle söz etmemişti kendisinden, yazarımız okuruna birinci tekil şahıs ile sesleniyormuş, “sen” diyormuş; hatta o kadar laubaliymiş ki anlattığı konunun tam ortasında durup yemek tarifi bile verebiliyormuş. “Ahhh…” demiştim o zaman, “Tam benlik bir şey.”
Yıllar geldi geçti, “tam benlik şeyler”in hayatımı terketmesine seyirci kala kala 46 yaşıma geldim. Verilen mücadeleler, ödünlere dönüştü.
Sonra bir gün her şey allak bullak oldu. Ablamın 50. yaşgünü, yüzyılın yarısını devirdiği gün. Yakın arkadaşlar kutlamak için buluşmuştuk, herkes mutlu. Bir telefon geldi, eşim dışarı çıktı, sonra içeri girdi, sonra tekrar çıktı. Bu birkaç kez tekrarlandı. Biraz sinirlendim, eşimle 9 yıldır aynı yerde çalışıyorduk ve işin iş dışına taşınmaması, hayatımızı esir almaması için epey çaba gösteriyorduk. Kaldı ki Ebru bu tür şeylere çok özen gösterirdi, belli ki olağan dışı bir durum vardı. Ancak 50 yaş kutlamasının sarhoşluğu içinde, çok üstünde durmamaya karar verdim.
Olayın kokusu çıkmıştı, rengi ise ertesi gün belli oldu. Görünen oydu ki ikimiz de işsiz kalacaktık. Öyle de oldu. Ailelerinin özverisi sayesinde iyi eğitim almış, iş bulma konusunda birçok badireler atlatmış, işsiz kalma konusuna ciddi hassasiyet geliştirmiş, sonunda epey güvenceli bir iş bulma fırsatı yakalamış olan bu çift; bir anda, hiçbir belirti göstermeden, uyarı olmadan, şak diye… Ortada kaldık.
16 ve 5 yaşlarında iki oğul. Birisi iki sene içinde üniversiteye gidecek, diğeri hayata daha yeni başlıyor.
Kimdi hatırlayamıyorum, ancak her kimdiyse ona çok şey borçluyum. Bana, bir soru sorulduğunda hemen yanıt vermeme, zamanımı alma, üzerine düşünme ve belki de en önemlisi “BİLMİYORUM!” yanıtını verme hakkına sahip olduğumu hissettiren kişi. O anı sanki şimdi gibi yaşıyorum. Çok şaşırmıştım.
Bir anda işsiz kaldık. Çift gelirimiz aynı anda kesildi.
Tek mal varlığımız bir araba.
Neyse ki ailemizin evinde yaşıyoruz.
Şimdi ne olacak?
BİLMİYORUM.
Zaman gösterecek, ben yazacağım.
Fehmi’cim her son yeni bir başlangıç….hayırlara vesile olsun sen ve ailen için. İlk yazını keyifle okudum, devamını bekliyorum…
Teşekkür ederim Işıl.Devamı adım adım geliyor. Yorumlarını bekliyorum 🙂
Işıl çok teşekkür ederim. Hani üniversiteye ilk girdiğimde bana kol kanat germiştiniz ya. Günlerdir o zamana dönüyorum, bilmem neden. Yazacağım yakında, hem de sizin evde yaşanan bir olayı, siz de bilmiyorsunuz.
Benim oturduğum binanın en en en saygın kişilerisiniz. Yaşadığınız bu durum beni ziyadesi ile üzdü. Ayrıca gerekçe gösterilmeden işsiz bırakılmanız da çok medeniyetsiz… kalbim sizinle çok sevgili komşularım. Çocuklarınız da tek kelime ile efsane… Standartların üzerinde bir kaliteye sahip oluşunuz olmasın yaşadıklarınız…
Songül Hanım çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için.
Çok teşekkür ederim Songül Hanım : )
O yazar Salah Birsel olabilir… Hatta bence kesin odur. Öperim.
Salah Birsel değil, daha eski zamanlardan. Bulacağız 🙂